top of page

İNSANIN YAŞAM DÖNGÜSÜNÜ SORGULAYAN BİR SANATÇI: KAAN CANDURAN

Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Seramik ve Cam Bölümü hocalarından Prof. Dr. Kaan Canduran ile seramiğe ve sanat eğitimine bakışı üzerine konuştuk. Canduran’ın sanat pratiği insanın yaşam döngüsünü, toplumsal hareketleri ve bireysel varoluşu sorgulama üzerine kurulu.


FATMA BATUKAN BELGE


Seramiğe ilginiz nasıl başladı ve neden seramik eğitimi almak istediniz?


Sanata olan ilgim çocukluk yıllarına dayanıyor, ancak bu ilgi gerçek anlamda lise yıllarımda şekillendi. O dönemde matematik öğretmenimin teşvikiyle çizim yapma yeteneğimi fark ettim ve bu, sanatla ciddi anlamda tanışmamı sağladı. Ancak seramikle tanışmam daha sonra, üniversiteye adım atmamla oldu. Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Seramik Bölümü’nü kazandığımda kilin doğasında bulunan ifadenin gücünü keşfettim. Seramiği sadece bir malzeme olarak değil, bir düşünsel araç olarak görmeye başladım. Kilin malzeme olarak sunduğu olanaklar onunla kurduğum ilişkiyi çok daha derinleştirdi. Bu yüzden seramik eğitimi almak sadece bir teknik beceri kazanmak için değil, aynı zamanda sanatsal bir ifade biçimi geliştirmek adına hayatımın bir dönüm noktasıydı. Seramik, bana düşüncelerimi şekillendirme, katmanlar ve anlamlar oluşturma imkanı sundu; her bir dokunuş yeni bir keşfe açılan kapıydı.



Ankara çocuğusunuz ve üniversite eğitimini de başkentte aldınız. Sonra yüksek lisans için bir başka başkente, Washington’a gittiniz. İki kenti, üniversite ve sanat ortamlarını karşılaştırır mısınız? ABD size neler kazandırdı?


Ankara, beni akademik ve entelektüel anlamda şekillendiren bir şehir oldu. Burada seramik alanındaki eğitimim sanat pratiğimi geliştirmem için önemli bir temel oluşturdu. Ancak Washington’a gitmek kariyerimdeki en belirleyici dönüm noktalarından biriydi. ABD, özellikle The George Washington Üniversitesi, sanat ve akademi dünyasına farklı bir perspektif kazandırdı. Washington’un sanatsal ortamı farklı kültürlerin bir arada var olduğu, yenilikçi düşüncelerin, kolektif yaratım süreçlerinin öne çıktığı bir ortam sağlıyordu. ABD’deki sanat pratiği sadece geleneksel yöntemlere bağlı kalmadan, seramiğin malzeme ve teknik sınırlarını zorlayan bir anlayışa sahipti. Teknolojik imkanlar ve hammadde çeşitliliği sanatçılara sınırsız deneme yapma şansı tanıyordu. Bu ortamda geleneksel ile çağdaş arasında bir köprü kurarak kendi sanat dilimi geliştirdim. Ayrıca sanatın toplumsal ve kültürel bağlamlarda nasıl evrildiğine dair derinlemesine düşünme fırsatım oldu. Bu, sanatsal anlayışımı sadece form ve estetikten değil, kültürel ve toplumsal anlamlardan da beslenir hale getirdi.


Çalışmalarınıza baktığımızda hem biçime hem de teknolojiye yani seramiğin tekniğine eşit ağırlık veriyor gibi görünüyorsunuz. Biri olmadan diğeri olabilir mi?


Seramik bir bakıma teknoloji ile sanatın buluştuğu bir nokta. Biçim ve teknik arasındaki ilişkiyi bir arada var olan bir denge olarak görmek gerekir. Biçim sanatçının düşünsel dünyasının dışavurumudur, ancak bu dışavurumun gerçeklik kazanması için doğru tekniklere ve pişirim süreçlerine ihtiyaç vardır. Biçim ve içerik, her ikisi de eserin anlamını ve izleyiciyle olan etkileşimini belirler. Ancak teknik olmadan, biçimin yalnızca potansiyeli vardır; bir form yaratılabilir, ama bu formun bir ifade biçimi haline gelmesi için pişirim sürecinin, kullanılan malzemelerin ve tekniklerin doğru bir şekilde uygulanması gerekir. Bir eserin gücü sadece estetik ve formda değil, aynı zamanda bu formun nasıl yaratıldığında, hangi malzeme ve teknikle hayata geçirildiğinde de gizlidir. Yani biçim ve teknik birbirinden bağımsız düşünülemez; biri olmadan diğerinin anlamı eksik kalır.



Biçim ve içerik arasında hangisine daha çok önem verirsiniz?


İçerik, benim için her zaman ön planda olmuştur. Bir sanat eserinin biçimi, içeriğinin anlaşılmasını kolaylaştırmalı, ancak biçim yalnızca bir araçtır. İçerik, eserin derinliğini ve izleyiciyle kurduğu bağları belirler. Bu bağlamda içerik biçimi yönlendirir, biçim ise içeriği somutlaştırır. Benim sanat pratiğimde içerik, insanın yaşam döngüsünü, toplumsal hareketleri ve bireysel varoluşunu sorgulamayı içeriyor. Formlarım da bu sorgulamaların görsel yansımasıdır. Örneğin bebek figürlerinden kadın figürlerine geçişim, yaşamın başlangıcından farklı aşamalarına doğru bir yolculuğu simgeliyor. Biçim bu geçişi temsil eden bir araçtır. Bu nedenle biçim ve içerik arasında bir hiyerarşi kurmak yerine her birinin birbirini destekleyen iki eşit bileşen olarak görülmesi gerektiğini düşünüyorum.



Günümüzde çağdaş seramik sanatını nasıl tanımlarsınız?


Çağdaş seramik, geçmişin geleneksel sınırlarını aşan bir ifade biçimidir. Artık seramik, sadece bir el sanatları alanı olmaktan çok, toplumsal ve kültürel anlamları derinlemesine inceleyen bir sanat formu haline gelmiştir. Günümüz seramik sanatçıları, malzeme ile kurdukları ilişkileri, teknolojik yeniliklerle ve toplumsal sorgulamalarla harmanlayarak, kendi anlatımlarını çok daha zengin ve çok katmanlı bir şekilde sunmaktadır. Seramik bir anlamda hem geleneksel hem de modern bir anlatım dili haline gelmiştir. Aynı zamanda, seramik sanatında kullanılan pişirim teknikleri ve yüzey işçilikleri, doğanın izlerini, rastlantısal güzellikleri ve insanın doğayla olan ilişkisini vurgulayan yeni estetik arayışları ortaya koymaktadır. Bu yüzden çağdaş seramik, çok boyutlu bir ifade biçimi ve toplumsal eleştirinin güçlü bir aracı olarak tanımlanabilir.


Bir akademisyen olarak üniversitelerimizdeki güzel sanatlar eğitiminin düzeyini değerlendirir misiniz?


Üniversitelerimizdeki güzel sanatlar eğitimi son yıllarda ciddi bir gelişim göstermiştir. Sanat eğitiminin kalitesi arttı, ancak hala bazı yapısal zorluklar ve eşitsizlikler mevcut. Bazı üniversitelerimizde sanatsal üretim ve akademik araştırma arasında güçlü bir denge kurulmuşken, bazı kurumlar hala bu iki alanı birbirinden ayıran yaklaşımlar benimsemektedir. Üniversitelerimizdeki sanat eğitimi hem ulusal hem de uluslararası düzeyde daha fazla etkileşime girmeli, küresel sanat dünyasına entegre olmalıdır. Akademik sanat eğitiminin güçlü bir yönü, öğrencilerin disiplinler arası düşünme ve yaratıcı süreçleri geliştirmeleridir. Ancak bu süreçlerin yalnızca geleneksel yöntemlerle değil, aynı zamanda yenilikçi düşüncelerle de beslenmesi gerektiği kanaatindeyim.



Buna bağlı olarak yeni kuşak öğrencileri sorsam… Onlar hepimizden farklı; sanata, eğitime, seramiğe bakışları nasıl?


Yeni kuşak sanatçıları, dijital çağın çocukları olarak daha özgür ve deneysel bir yaklaşımla sanatla ilgileniyorlar. Teknolojiyi bir araç olarak kullanarak, sanatsal üretimlerini dijital ortamda geliştiriyorlar, hatta seramiği bile teknolojik yeniliklerle birleştiriyorlar. Ancak bunun yanında geleneksel malzemelere ve tekniklere olan saygıları da devam ediyor. Bu kuşak, sanatı sadece estetik bir nesne olarak görmektense bir toplumsal eleştiri ve bireysel ifade biçimi olarak değerlendiriyor. Genç sanatçılar sanatla olan ilişkilerini daha kişisel ve anlam yüklü bir düzeyde kuruyorlar. Eğitimin de bu doğrultuda şekillenmesi gerektiğini düşünüyorum. Yenilikçi ve açık fikirli bir eğitim, genç sanatçılar için en önemli gelişim alanlarından biri olmalı.


コメント


bottom of page