Çağdaş Türk seramik sanatının önemli isimlerinden Melike Abasıyanık Kurtiç 26 Ağustos’ta 90 yaşında yaşama veda etti. Sanatçı, deniz kestanesi gibi organik yaşam formlarıyla tanınıyordu.
Sanat eğitimini 1952-55 arasında İstanbul’da Güzel Sanatlar Akademisi Dekoratif Sanatlar (Tekstil) Bölümü’nde alan Melike Abasıyanık Kurtiç, seramik çalışmalarına 1960-62 arasında Eczacıbaşı Seramik Fabrikası’nda başladı. 1963-66 arasında Kopenhag’daki Danimarka Kraliyet Porselen Fabrikası’nda (Royal Copenhagen) ve Kopenhag Güzel Sanatlar Akademisi Seramik Bölümü’nde çalışmalar yaptı. 1968-72 yıllarında Ankara’da MTA Enstitüsü’nde çalıştı.
1960’lardan itibaren küresel biçimler üzerinde çalışan sanatçının ilk dönem yapıtları tarihöncesi Anadolu uygarlıklarının izlerini taşır. Zeynep Rona ve Jale Erzen’e göre “Büyük ölçekli, geniş ağızlı bu kaplarda yüzeyin akıcılığı ve çizginin değişkenliğiyle hareketlilik sağlanmıştır”. 60’ların ortalarına doğru kapalı küresel form arayışlarına yönelmiş, yüzeyde yarık ve çatlaklar açmış; 70’lerde bu yarık ve çatlaklar büyüyüp açılmış ve küresel form neredeyse dilimlere ayrılmıştır. Yüksek pişirimli gözeneksiz sert seramikle çalışan Kurtiç’in serbest formları giderek heykel niteliği kazanmıştır. Denizkestanelerini sadece seramikten yapmamış, fotoğrafik çizimlerinde de konu edinmiştir.
Sanatçı, 1982’de Milli Savunma Bakanlığı Devlet Mezarlığı Ulusal Proje Yarışması’nda mezartaşları dalında Birincilik Ödülü, 1986’da I. Uluslararası Asya-Avrupa Sanat Bienali’nde seramik dalında Dosluk ve Barış Ödülü’nü almıştır.
Melike Abasıyanık Kurtiç’in vefatından sonra “60 yıllık can dostumu, meslektaşımı kaybettim” diyerek üzüntüsünü dile getiren seramik sanatçısı Candeğer Furtun, “Melike sadece bir seramik sanatçısı değil, o gerçek bir sanatçı olarak ele aldığı her dalda algılarını, hissettiklerini çok yetkin bir şekilde yansıtabiliyordu.” diye konuştu.
“BEN ÖNCE MELİKE’NİN YAPITINI, SONRA KENDİSİNİ TANIDIM!”
Maçka Sanat Galerisi’nin sahibi Rabia Çapa ile Melike Abasıyanık Kurtiç’in yolu 1968 yılında Kopenhag’da kesişmiş ve galerici-sanatçı ilişkisinin dışında büyük bir dostluk da kurulmuştu. Rabia Çapa işte bu ömürlük dostluğun öyküsünü yazdı.
RABİA ÇAPA
Yıl 1968 Danimarka'dayım, sefaretimizdeki dostlarla beraber Kopenhagen Royal Porcelain Müzesi’ni geziyoruz. Birden salonun karşı duvarındaki vitrinde duran büyük, yalın, bej ve kahverengi bir yapıta gözüm takıldı, beni kendine çekti...
Ona doğru yürüdüm, çok güzeldi, altındaki etikete bakıp ismini öğrenmek istedim. Bir kere okudum... Sonra heyecanla bir kere daha okudum ve müzede olduğumuzu unutarak “Ay çocuklar! Bu işin sanatçısı Türk, adı Melike Abasıyanık Kurtiç, kendisini tanıyor musunuz?" diye seslendim. Sefirimiz; "Tanıyoruz, kendisi şimdi atölyesindedir ama eşi Necati Kurtiç burada, aramızda" dedi. Necati Kurtiç'in yanına gittim ve "Ne olur ben bu sanatçıyı tanımak istiyorum, beni ona götürür müsünüz?" dedim. Aynı heyecanla Melike'ye gittim...
Heyecanla ona sarıldım, heyecanla konuştuk ve birbirimizi çok sevdik, çok anlaştık. Bu güzel duygularımızı hiç kaybetmeden yıllar geçti. 1976 yılında kardeşim Varlık'la beraber Maçka Sanat Galerisi'ni açınca bu sefer Melike'nin sergi kurma hazırlığı, sergi açılışları ve yemeklerdeki heyecanlarını yaşamaya başladık.
Bütün bunları yaparken Neco'su (eşi Necati Kurtiç) hep onun yanındaydı.
Melike'nin işlerinde de aynı heyecanı bulursunuz! Doğayı çok sever, saatlerce yürür, araştırır ve araştırmalarının sonuna kadar gider, onları yakaladıkça fotoğraflar, desene, baskıya, pleksiye veya kanvasa taşır.
Melike Abasıyanık Kurtiç, çizgisini bozmadan, durmadan kendini yenileyen çok iyi bir sanatçıdır.
Şimdi benim kafamda, benim yüreğimde büyük bir mekanda Melike Abasıyanık Kurtiç retrospektif sergisini yapma düşüncesi var ve bu düşünce için aklımda Melike’yi ilk gördüğüm ana sizleri de götürmek var, Royal Porcelain Müzesi’nin büyük duvarındaki vitrine… Bej ve kahverengi yapıtın beni çağırdığı ömürlük buluşmanın başlangıcına…
Comments