top of page

JAPONYA’DA BİR TÜRK SANATÇI: CENGİZ DİKDOĞMUŞ

Japonya’nın çok mütevazı bir kasabasında yaşayan, seramiğe gönül vermiş Türk seramik sanatçısı Cengiz Dikdoğmuş’u Tokyo’ya yaklaşık üç saat uzaklıkta bulunan Uenohara şehrinde ziyaret ettik. Ülkesine özlemini her defasında dile getiren sanatçı ile seramik tutkusunu ve Japonya’da kurduğu ilginç yaşamı hakkında söyleştik.


Serkan GEDÜK


Cengiz Bey sizi tanıyabilir miyiz? Eğitim hayatınızdan kısaca bahseder misiniz?


1966 yılında Ankara’da dünyaya geldim. Anadolu Üniversitesi Kütahya Meslek Yüksekokulu Seramik Bölümü mezunuyum. Değerli hocam Faruk Şahin’i de anmak isterim. Onun sayesinde seramiğin ‘çok yönlü ve derin’ bir meslek olduğunu fark ettim.

1983-1986 yıllarında üniversiteye devam ederken, Kütahya Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü Kültür Merkezi’nde düzenlen tezhip kurslarına da devam ettim. İki boyutlu Türk çini desenlerine ve Türk motiflerine aşinalığım seramiğe olan ilgimi artırdı.


Seramik tutkumu geliştirmek ve ilerletmek için Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Seramik Bölümü’ne girdim ve 1990 yılında mezun oldum. Üniversite yıllarında da hocalarımın tavsiyesi üzerine, Ankara Milli Kütüphane’de 1986-1990 yılları arasında Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver’in öğrencisi Bedia Altınbaş’tan tezhip- minyatür dersleri almaya devam ettim. O yıllar Kültür Bakanlığı’nın Sıhhiye Kültür Merkezi’ndeki sergi salonunda yapılan karma sergilerde eserlerim sergilendi. Bir eserim de Milli Kütüphane tarafından satın alındı.

Sanatsal açıdan seramik olgusunu bana öğreten hocam Prof. Dr. Hamiye Çolakoğlu’na çok şey borçluyum. Onun vizyonu sayesinde seramik üzerine kültürel ve sanatsal çalışmalar yaptım. Bu çalışmalar sırasında Japon seramik sanatçılarıyla tanıştım ve Japonya hakkında bilgiler edindim.

Japonya’ya gidişiniz nasıl oldu ve oradaki hayatınız nasıl şekillendi?


Üniversiteyi bitirmeden önce Japonya’ da bir yıllık seramik bursu kazanmıştım. Üniversite bittikten sonra Körfez Savaşı’nın tam ortasında, 1991 yılının Ocak ayının 31’inde, karlı bir günde, kendimi Esenboğa Havalimanı’nda buldum. Ailemi ve anılarımı arkada bırakarak Japonya’ya gittim. Narita Havaalanı’na indiğimde bu yolculuğun aslında kendim için birçok şeyin başlangıcı olduğunu fark ettim. Japonya’ ya geldiğim günü her gün düşündüm. Bu gelişimin boşa çıkmaması için çok uğraştım ve dua ettim.


Japonya’daki hayatım, Tochigi kentinin Mashiko kasabasında başladı. 1991’den 1998’e kadar Tsukamoto Seramik Fabrikası’nda geleneksel porselen üretimi konusunda bilgi, beceri ve deneyimler kazandım. O yıllar tatil günlerinde Japon sanatçılara atölyelerinde yardım ederek deneyimlerimi geliştirdim. Elimden geldiğince seramik üretim merkezlerine gittim, büyük mağaza ve galerileri dolaştım, kitap, dergi ve fotoğraflarla görsel hafızamı geliştirdim. Büyük müzeleri gezdim. Dışarıdan gelen Avrupa, Amerika ve Çin merkezli müzelerin eserlerini, İpekyolu vasıtasıyla Japonya’ ya gelmiş Türk ve İslam eserlerini görme fırsatı buldum. Böylece bilgilerimin ne kadar az, deneyimlerimin ne kadar yetersiz olduğunu gördüm. Doğanın, otların, hayvanların ve kültürlerin güzelliklerini özümsemeye ve onlardan feyz almaya çalıştım.

Mashiko'daki uygulamalı eğitimimden sonra eşimle tanıştım ve evlendim. Eşimin de yardımlarıyla kendi atölyemi 1998 yılında açtım. Atölyemi Yamanashi şehrinin Uenohara eyaletinde Yuzurihara köyünde bulunan eski bir köy evini kiralayıp fırın ve atölye için gerekli malzemeleri temin ederek kurdum. 1998 yılında açtığım atölye ile 22 yılı bulan seramik yolculuğuna başlamış oldum. Eşimle ikimizin de hiç bilmediği bir yerde, yaptığım eserlerin nasıl bir yolculuğu olacak, satılır mı, satılmaz mı güvencesi bile olmayan bir dünyaya girmiş olduk. 22 yılın tümü de ayrı ayrı bir hayatı dolduracak kadar zor ama güzel anılarla dolu yıllardı. Atölyeyi kurduktan sonra mutlu olup olmayacağım konusunda en çok endişelenenlerden biri de eşimdi. Çok büyük bir vefa borcum var ona. Kendi atölyemi açar açmaz sergi açma teklifi ve müşterilerin ilgisi arka arkaya geldi ve bu bizi çok mutlu etti. Bu sayede birçok yerde sergi açtım, porselen mağazalarında (el yapımı) eserlerim satıldı.


Birçok sanatçıyla, çeşitli seramik etkinliklerine katıldım. Yaptığım çalışmışlarda Japon ve Türk kültürlerini sentezlemeye çalışıyorum. Özellikle gündelik kullanıma yönelik eserler, objeler, artistik formlar yapıyorum. Japonya’da her şehirde porselen karşı bir ilgi vardır. Özellikle seramik konusunda okullar, araştırma merkezleri, sergi salonları, seramik malzemeleri satan mağazalar bulunur. Birçok kadın ve erkek seramik sanatıyla uğraşır, uğraşmayan insanlar ise ilgi alaka gösterip, satın alarak sanatçıları destekler ve yardımda bulunurlar. Bu büyük bir kültür birikiminin sonucudur. Japonya’daki yetenekli insanlar kendi kültürlerini bıkmadan usanmadan sürdürmektedir. Japonya’yı Japonya yapan aslında budur.


Japonya’da unutmadığınız bir anınız var mı?

En güzel anım, bir çocuğun annesiyle birlikte seramik mağazasına gelip kendi hoşuna giden renk ve formda seramiği seçmesine şahit olmuştum. Tabii ki buraya kadar her şey normaldi ancak çocuğun seçtiği ürün benim mağazaya sattığım üründü. Bu beni çok mutlu etmişti.

Japonya’daki modern bir hayattan ziyade, küçük bir yerde yaşayarak, değişik şehirlere giderek, gözlem yaparak Japonya’nın tüm imkânlarını kullanmaya çalıştım ve her gittiğim yer benim için anılarla doludur. Eşimin annesi, çevremdeki insanların Türk kültürüne olan ilgileri gerçekten bana büyük moral ve güç verdi. Japonya’daki kültürü ayakta tutan teknolojik gelişmelere paralel olarak sistemin devamlı kendini yenilenmesine rağmen insanların eski değerlerini koruyarak, geçmişlerine koşulsuz bir saygı göstermeleri her zaman beni şaşırtmış ve ilgimi çekmiştir.

Japonya’daki Seramik Sanatı eğitimi hakkında görüşleriniz nedir?

Japonya’daki seramik sanatı eğitiminin kendine özgü yanları vardır. Bunlar; sabır, saygı, sadelik, uyum, zarafet ustalıktır. Bu özellikleri taşıyan sanatçılar yaşamlarını, sanatlarıyla bütünleştirir. Bunu benimseyen seramik sanatçıları geleneksel kültürlerini günümüze uygulayarak insanların ilgisini çekebilen eserler üretirler. Ben Japon değilim ancak yaşadığım ve yaşamış olduğum coğrafyayı benimseyerek eserlerime yansıtım. Okullara gidip sergi açtım, eserlerimi gören öğrenciler, hocalar ve sanatçılar eserlerimi satın aldılar. ‘Çok değişik’, ‘çok kullanışlı’ ve ‘çok güzel formlar’, ‘bu renkleri nasıl yapıyorsunuz?’ gibi yorumlarla karşılaştım. Bir sanatçıyı belki de en motive eden bu sorular olmalı.

Japonya’da seramik öğrencileri devlet tarafından destekleniyor; özellikle malzeme temini, atölye ortamı, sergi imkânları ve kütüphanene kullanımı öğrencilere rahatlıkla sunuluyor. İşte bu yüzden Japonya’da seramik geleneksel olarak sürdürülerek günümüze kadar ulaşabilmiş. Teknik açıdan çok yetenekli olan genç sanatçılara ciddi imkânlar sunuluyor ve büyük markalarla beraber iş de yapabiliyorlar.


Diğer ülkelerle kıyaslandığında Japonya’ daki seramik eğitimi sizce yeterli düzeyde mi?

Diğer ülkelerle kıyasladığımda Japonya’da seramik eğitimi geleneksel bir yaşam biçimidir. Özellikle Avrupa ve Amerika’dan seramik öğrenmeye gelen çok sanatçı adayı var. Bunlar eski atölyelerde çalışıp seramik sanatçısı olabiliyorlar. Buna rağmen okuldan sonra Avrupa’ya giden Japon sanatçılar da çok. Bence Japonya seramik eğitimi konusunda Çin’den sonra en önemli ülkedir.

Belki de en enteresan olan başka alanlarda eğitim almış ve sonrasında seramikle uğraşıp başarılı olmuş sanatçıların çokluğudur. Bu da seramiğin ne kadar ilgi çekici olduğunu gösteriyor. Seramikte eğitim çok önemli ancak nerede olursanız olun mesleğinizi sevmeniz ve sabırlı olmanız çok önemli.


Yaptığınız eserlerde en çok hangi rengi ve formu kullanıyorsunuz?

Eserlerimde en çok çini ve tezhipte kullanılan geleneksel renklerden esinleniyorum. Özellikle Türk mavisi, kobalt, küf yeşili, açık mavi, yeşilin tonları, kanarya sarısı, krem beyazı vb. renkleri kullanıyorum. Ancak Türk mavisi ve küf yeşili Japonya’da en çok tercih edilen ve benim de sevdiğim renklerdir.

Üniversite yıllarımda renkli sır üzerine yoğunlaştıktan sonra, Japonya’daki öğrenim yıllarımda 500’den fazla renk yaptım ancak bunların içinden 15 tane rengi kullandım. Renkler bir elbise gibidir, bir formu kaplayıp seramiği seramik yapan önemli bir unsurdur. Eserlerime uyguladığım renklerin yarattığı estetiği, hoş duyguyu ve kullanılabilirliğini formlarımda görebiliyorum. Eserlerimde bu renkleri uyguladığımda Japonlar tarafından beğenildiğini ve başkalarına önerildiğine şahit oldum ki, bu da beni çok mutlu etmiştir. Yaptığım formlar genellikle Türk geleneksel formlarından, Japonların gündelik hayatta kullanabilecekleri kulplu bardaklar, çay bardakları, vazolar, Anadolu medeniyetlerinin yansıması olan kaplar ve doğanın yansıması olan şekillerdir.


bottom of page