top of page

“ÇAMUR BANA, YAŞAMA ŞİİRSEL BAKABİLMEYİ ÖĞRETTİ…”

Sanatçı ve akademisyen Burcu Öztürk Karabey tam otuz yıldır seramik çamurunu şekillendiriyor. Çamurla çalışmanın kendisine derin düşünebilme, yaşama şiirsel bakabilme ve detaylara odaklanabilme becerisi kazandırdığını düşünüyor. Karabey ile seramik çalışmaları ve bu sanata bakışını konuştuğumuz söyleşiye başlarken herkese Halikarnassos’tan selam gönderdi.


FATMA BATUKAN BELGE


Kral Mavzolos, kız kardeşi Artemisia, tarihçi ve coğrafyacı Heredot, Amiral Turgutreis, Balıkçı (Cevat Şakir Kabaağaçlı), İlhan Berk ve daha birçok önemli kişi ve sanatçının kentinden, Muğla/Bodrum- Halikarnassos’tan sizlere “Merhaba” diyerek söze başlamak isterim. Röportaj için bu sayıda bana yer verdiğiniz için ayrıca teşekkür ederim.


Vakit ayırdığınız için biz teşekkür ederiz. Seramiğe olan ilginiz nasıl başladı? “Çocukken çamurdan bir şeyler yapardım” diye başlayan bir öykünüz var mı?


ree

Sanata ilgim küçük yaşlardan beri vardı. Bir insanın yaşamının şekillenmesinde doğduğu topraklar kadar karşılaştığı ortam ve kişiler de çok önemli. Ortaokulda resim öğretmenim resme olan ilgimi fark etti ve resim yapmam konusunda beni hep destekledi. Resimlerimi yarışmalara gönderir, okul duvarlarına çerçeveletip asardı, içedönük bir yapım olması nedeniyle biraz mahcup olurdum. İlk ödülümü ortaokuldayken katıldığım bir resim yarışmasında aldım. Benim neslim sokakta oyun oynama ve mahalle kültürünü yaşama şansını yakalamış bir nesil olduğu için akranlarımın çoğu gibi ben de çocukluğumda arkadaşlarımla sokakta, okulda oyun oynayabildim ve de oyun kurarken çamurla tanışabildim. Bizler beştaş, sek sek gibi oyunları oynayarak hem de çevremizdeki doğal malzemelerle oyun kurarak oynayabildik. Bu nedenle çamurla çocukken oyun oynarken tanıştığımı söyleyebilirim.


Ayrıca henüz okula başlamadan önce, küçük yaşlarda ailemle Kapadokya’ya bir seyahatimiz olmuştu. İlk defa seramik atölyelerini orada görmüştüm. Yıllar sonra üniversiteye hazırlanırken Güzel Sanatlar Fakültesi’nde okumaya karar verdim ve yetenek sınavlarına girdim, ailem de destekledi. Neredeyse tüm plastik sanatlar alanlarını tercihlerimde yazmıştım, sanat bir bütündü ve resim, heykel, seramik herhangi birisinde okuyabilirdim ‘yeter ki sanat eğitimi alayım’ diye düşünüyordum. Hacettepe Üniversitesi’nde Seramik Bölümü’nü, Bilkent Üniversitesi’nde Grafik Bölümü’nü kazandım. Hacettepe Üniversitesi Seramik Bölümü’nde okumaya karar verdim. Başta seramik alanına dair derin bir bilgim yoktu, bölüme girdikten sonra merak ve tutku ile sevdim ve okudum. Tabii ki sanatı meraklı ve tutkulu bir şekilde sevmemde o dönem yaşamıma dokunan seramik sanatçısı Prof. Hamiye Çolakoğlu oldu. 



Hamiye Hoca gibi formasyonunuzda sizi etkileyen başkaları da oldu mu?


Üniversiteye başladığım ilk yıl tüm fakülte öğrencileri karma sınıflar şeklinde ortak dersler alıyorduk ve böylece fakültedeki tüm değerli hocalardan ders alma, onları tanıma şansım oldu. Eğitim aldığım kurumda; Prof. Hamiye Çolakoğlu, Prof. Sıtkı Erinç, Prof. Kaya Özsezgin, Prof. Zafer Gençaydın, Prof. Hasan Pekmezci, Prof. Nazan Sönmez, fakülte ve bölüm hocalarım ve daha pek çok çok kıymetli sanatçı hocalarım oldu. Bununla birlikte üniversite öğrenimim dışında Tüzüm Kızılcan, Mustafa Tunçalp, Prof. Güngör Güner, Binay Kaya, Prof. Beril Anılanmert, Prof. Sevim Çizer, Prof. Zehra Çobanlı yaşamıma dokunan değerli sanatçılar oldular. Ayrıca sanat camiasında yıllar içerisinde gerek yurtiçinde gerekse yurtdışında pek çok sanatçı tanıma fırsatım oldu. Her birinden çok kıymetli şeyler öğrendim. Prof. Hamiye Çolakoğlu’nun hem öğrencisi hem de asistanı oldum. Eğitimciliğinin yanı sıra özellikle sanatçı kişiliği ile beni etkilemiştir, öğrencisi olmaktan her zaman gurur duydum, huzur içinde uyusun.  



Yapıtlarınıza bakıldığında daha çok siyah ve beyazı görüyoruz. Kimi zaman maviler de girmiş. Renkten çok biçime mi önem veriyorsunuz?


Evet çok renkçi bir yaklaşımım yok. Ancak Bodrum’a yerleştikten sonra denizin ve deniz yaşamının etkisi ile yer yer maviler girdi çalışmalarıma. Form dilinde zaman zaman geçirgen bir yapı, zaman zaman doku zaman zaman da resimsel etkiler ön plana çıkabiliyor.  Doğa her daim beni büyülüyor. Yaşamdan duyumsadıklarımı yansıtmada formun anlatısını, primitif ve lirik yaklaşımı benimsiyorum. Denizi ve deniz yaşamını çok önemsiyorum. Deniz benim için özgürlüğü ve umudu simgeliyor. Son sergim ‘Okyanus Hissi’ tamamen bu konu ve temalara odaklanıyor. Daha öncesinde de denizci düğümlerini konu edinmiştim. Göç olgusu, deniz yaşamının zorluklarına odaklanan temalardı. 

 


Yine içerikten devam edersek, daha çok hangi konular sizi üretmeye teşvik ediyor?


Biraz önce de belirttiğim gibi çalışmalarımda içinde yaşadığım zamanda yaşamdan duyumsadıklarımı yansıtmaya çalışıyorum, adeta bir günlük gibi. En baştan bugüne baktığımda kişisel tarihimden izler taşıdığını görüyorum. Dijital çağ ve hızlı yaşam artık durup derin düşünmemize olanak tanımıyor. Chul Han’ın da ifade ettiği üzere performansa dayalı bir yaşam biçimi ve bunun sonuncunda yorgunluk toplumu kıskacı tüm dünya insanının ortak sorunu. Uygulamalarımı yaşamda durup soluklandığım, çevremde odaklandığım detaylardan, biçim ve düşüncelerden hareketle oluşturuyorum. Örneğin Bodrum’da yapılaşma bölgedeki yaban hayvanların ve domuzların yaşamını etkiliyor. Son zamanlarda domuzların desenlerini de seramik uygulamalarımın yanı sıra çalışıyorum. Giderek artan çevre ve deniz kirliliğine karşın, kayaları döven deniz dalgaları, denizaltı jeolojisi çalışma konularım olabiliyor. Doğa ve deniz yaşamı soluk alabileceğimiz alanlar, maalesef onları tüketiyoruz. Dijital çağda insanın yaratıcılığı, derin düşünme kapasitesi ve sezgisel duyarlılığı ile robotlaşmadan insan kalabileceğine inanıyorum. Sanatın imgesel gücü geçmişte ve bugün olduğu gibi gelecekte de anlam varlığı olarak insana bir bakış sunmaya devam edecektir. Picasso’nun “sanat gerçeği anlamamıza yarayan bir yalandır” sözünün sanatta imgenin gücünü çok güzel açıkladığını düşünüyorum.



Denizin ve deniz yaşamının üzerinizdeki etkisinden biraz daha bahsedelim. Ankara’da doğup büyümüş, orada eğitim almış bir sanatçı olarak Muğla’da denize yakın olmak nasıl geliyor size? Sanatsal üretiminizi etkiliyor mu?


Ankaralı olmak çok kıymetli; Cumhuriyetimizin başkenti kurucu Meclis Binası ile, Cumhuriyet dönemi mimarisiyle, Anıtkabir’le, Anadolu Medeniyetleri, Resim Heykel, Etnoğrafya müzeleriyle, üniversiteleriyle, Atatürk Orman Çiftliği ile Operası, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası ile ve daha birçok unsuruyla Cumhuriyetimizin simgesi olan kentimiz, doğduğum ve büyüdüğüm şehir. Kişisel tarihimde çok önemli yeri var. Çocukluğumun bir dönemi babamın mesleği nedeni ile bir süre Ege’de geçmişti, o nedenle Ankara ile birlikte deniz yaşamı da çocukluğumdan beri yaşamımda ve anılarımda yer aldı. Hacettepe Güzel Sanatlar Fakültesi Seramik Bölümü’nde 15 yıl çalıştıktan sonra 2012 yılında Muğla’ya gelerek Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Bodrum Güzel Sanatlar Fakültesi’nde çalışmaya başladığımda tekrar denizle buluştum. Deniz üretimime yansıyor, benim için özgürlüğü temsil ediyor. Ama aynı zamanda denizde ölen göçmenleri, yaşamını denizden kazanan balıkçı ve süngercilerin zorlu, çetin hikayelerini ve günümüzde doğaya ve çevreye hoyratça davranan günümüz tüketim insanının tutumlarını da içeriyor.


Kendimi daha iyi ifade edebilmek için son sergimin katalog metninden bir bölümü izninizle paylaşmak isterim: “Hızlı bir akış içerisinde, hüzünlü zamanlarda yaşıyoruz; rüzgarın tenimizi okşayıp geçtiğini, yaprağın üzerindeki çiğ tanesini, denizin küstüğünü, bulutun gülümsediğini, toprağın coştuğunu fark edecek ne zamanımız ne de duyarlılığımız kaldı… Keşfetme duygusu ile merakımızı tetikleyen uçsuz bucaksız okyanus insanı ürkütmekle birlikte; huzur hissini de barındırmakta. Bilinmezlik, belirsizlik, büyüklük, sonsuzluk, özgürlük hissinin yanı sıra huzuru çağrıştırmakta. Uçsuz bucaksız yalnızlığımızla yüzleşirken; kendimizi, yaşamın kaygı ve tutkularını bir kenara bırakıp, denizin özgürlüğünde okyanus hissine bırakabilmek… doğayla bütünleşebilmek… Bu sergide yer alan çalışmalar, tüm izleyenleri hızlı yaşama ve tüketme gibi alışkanlıklarımızı unutarak, anda olmaya, derin düşünebilmeye, gezegenin ve doğadaki tüm canlıların ritmi ile hareket etmeye, doğayla uyumlanmaya davet ediyor.”



Sizin için seramiğin en meşakkatli ve en güzel yanlarını sorsam…


Seramiğin her aşaması meşakkatli… çamuru hazırlama, biçim verme, kurutma, rötuşlama, pişirme, fotoğraflama, sırlama, paketleme, sergileme-toplumla çalışmalarınızı paylaşma vs. En güzel ve özel yanı ise fırının kapağını açtığınız an… Deneyimle fırından nasıl bir sonuç elde edeceğinizi bilseniz de yine de o heyecan tarif edilemez. 


Toprağı biçimlendiren bir insan olarak, toprak sizi nasıl şekillendirdi, neler kazandırdı?


ree

Üniversite öğreniminden sonra 29 yıldır seramik yapıyorum, toprak en çok bana sabretmeyi öğretti demek isterdim ama halen heyecanla, sabırsızlıkla fırının açılmasını bekliyorum, sonucun ne olacağını bilsem de… Çamur öyle bir malzeme ki gerek şekillendirme aşamasında gerek kurutma, gerekse pişme aşamasında direnerek kişileşebiliyor, hızlı şekillendirdiğinizde form taşımayabiliyor, hızlı kurutursanız çatlayabiliyor, deforme olabiliyor….hep onun özelliklerine göre davranmanız için sizi yönlendiriyor. Bir taraftan da korkmadan cesurca malzemeye hükmetmeniz, düzenli ve disiplinli çalışmanız gerekiyor. Bazen de yeni doğmuş bir bebeği incitmeden tutar gibi çok hassas davranmanız gerekiyor.  Çamur malzeme ile çalışmanın bana derin düşünebilme, yaşama şiirsel bakabilme ve detaylara odaklanabilme becerisi kazandırdığını düşünüyorum. 


Devlet üniversitelerinin güzel sanatlar fakültelerinin neredeyse hemen tümünde Seramik bölümü var ama özel üniversitelerde yok. Oysa öğrencilerin bu bölüme ilgisi hiç de azımsanacak gibi değil. Bunu neye bağlıyorsunuz?


Sanat, zanaat ve tasarım arasındaki ayrım belki de dikkat çektiğiniz durumu anlamamıza yardımcı olabilir. Günümüzde sanat/tasarım eğitiminde sanat, tasarım ve bilim alanları ile disiplinlerarası bir yaklaşım da görülüyor. Ülkemizde özel üniversitelerde sanat eğitimi olmakla birlikte tasarım odaklı bir eğitim ön plana çıkıyorsa, bu tercih ediliyor olmasına bağlı olabilir. Günümüzde zanaat tüm dünyada yeniden öne çıkan bir alan. Kültürel açıdan zengin bir geçmişe sahip olan ülkelerde kültür politikası açısından sanat ve tasarım alanlarının yanı sıra geleneksel üretim çağdaş zanaat yaklaşımları çerçevesinde öne çıkıyor. 


Büyük kentlerde, özellikle İstanbul’da adım başında bir seramik atölyesine rastlıyoruz. Çoğu da akademik eğitim almamış kişilerin açtığı atölyeler. Bu sürdürülebilir bir durum mu?


ree

Seramik bölümlerinin sayıca fazla olması ve mezun sayılarındaki artış toplumda da seramiğe olan ilgiyi arttırdı. Hobilerini geliştirmek isteyen amatörler kendilerine uygulama alanı oluşturmak için imkanları dahilinde atölye açabiliyorlar ama bunun sürdürülebilir olduğunu düşünmüyorum. Bu şekilde atölye açanlar bir müddet sonra atölyelerini kapatabiliyorlar. Özellikle ürün geliştirme, satış yapma ve kurslar için akademik eğitim almış kişilerin atölye işletmesinin daha doğru olduğunu düşünüyorum. Çünkü lisans öğrenimleri süresince alana yönelik donanımlı bir eğitim alıyorlar.  


Seramik sektörü ile sanatı arasındaki ilişkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz? Sektörün üniversiteye ve sanat ortamına yeterli desteği var mı?


Sektörün üniversitelere ve sanat ortamına daha fazla destek vermesi gerektiğini düşünüyorum. Sektörden bazı firmaların destekleri oluyor. Ama daha fazla katkı sağlanabileceğini düşünüyorum. Sanat ve tasarım alanında genç sanatçılara/tasarımcılara fabrika ortamında çalışma ve özgün tasarımlarını gerçekleştirme, uygulamalarını sergileme imkanı sunulabilir. Hatta yurtdışındaki örneklerinde olduğu gibi uluslararası sempozyumlar yapılarak müze koleksiyonları oluşturularak müzeler kurulabilir. 


Seramik sanatı 8 bin yıldır insanlıkla beraber varlığını sürdürüyor, gelecekteki yerini nasıl görüyorsunuz?


Gündelik yaşamlarımızdan, sağlık sektörüne, uzay teknolojisinden, ileri seramiklere; sanat ve tasarım alanında yaşamlarımızda olmaya devam edeceğini öngörüyorum. El üretiminin yaratıcılık ile birlikte insanın yaparak öğrenmesinde, bilmesinde ve keşfetmesinde en temel alanlardan birisi olduğunu düşünüyorum. Çoğu uzmanın da vurguladığı gibi, insanın sanat ve tasarım alanında edindiği ve geliştirdiği esnek düşünme ve çözüm üretme kapasitesinin, yaşamın her alanında değer katmaya devam edeceğini düşünüyorum. Geçmişte olduğu gibi gelecekte de seramik sanatı yaşamlarımıza değer katacaktır.



BURCU ÖZTÜRK KARABEY KİMDİR?


ree

1975 yılında Ankara’da doğdu. 1996’da Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Seramik Bölümü’nden mezun oldu. 1997’de yine aynı bölümde Araştırma Görevlisi olarak çalışmaya başladı. 1999’da Yüksek Lisans, 2004’te Sanatta Yeterlilik’ini tamamladı. 2012 yılında doçentliğe atandı.


İlk kişisel sergisini 2003 yılında açtı. Eserleri; Kazakistan, Litvanya, KKTC., Hindistan, ABD, Çin, İtalya, Belçika, Mısır, Hırvatistan, Avusturya, Almanya, İspanya, Kore gibi ülkelerde sergilendi. Yapıtları ile beş ödül, iki mansiyon, bir onur madalyası ve bir onursal diploması bulunan Karabey’in yurtiçinde ve yurtdışında çeşitli koleksiyonlarda çalışmaları bulunmaktadır. Sanatçının çalışmaları: “Ceramic Arts&Perception”, “500 Raku”, “İstanbul’un 100 Çini ve Seramik Sanatçısı” gibi yayınlarda yer almıştır. Karabey, Haziran 2012 tarihinden itibaren çalışmaya başladığı Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Bodrum Güzel Sanatlar Fakültesi’nde Seramik Bölüm Başkanı ve Dekan Yardımcısı olarak görev yapmıştır; aynı kurumda Dekanlık görevini sürdürmektedir.


 
 
 

Yorumlar


bottom of page